İstanbul 17°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
  • EmlakNews.com.tr
  • Türkiye’de konut sahiplik oranı yıllara göre neden artmıyor?

Türkiye’de konut sahiplik oranı yıllara göre neden artmıyor?

Türkiye’deyse aynı dönem itibariyle inşaat sektörü 75 milyar dolar payla ülke ekonomisinin yüzde 9’unu ifade ediyor. Bunun da ötesinde, inşaat ve gayrimenkul faaliyetleri birlikte değerlendirildiğinde, bu defa taşınmaz sektörünün milli gelire katkısı yüzde 20’lere yaklaşan bir büyüklüğe ulaşıyor. Nitekim ülke ekonomisinin yaklaşık beşte bir büyüklüğüne ulaşan taşınmaz sektörünün, özellikle son yıllardaki tüketime dayalı büyüme modelinin lokomotifi olarak değerlendirilmesi tesadüf değildir.

Sektörün lokomotif olma özellliğiyse yüzlerle ifade edilen alt sektörü beslemesiyle doğrudan ilintili. Gerçekten de örneğin 2007 yılında başlayan son küresel krizle birlikte, ülke ekonomisinde yaşanan küçülmenin aşılması amacıyla; özel sektör inşaat yatırımlarını durduğu ve küçüldüğü dönemlerde kamu sektörü inşaat yatırımlarının artması, lokomotif özelliğinin harekete geçirilmesi ihtiyacından kaynaklanıyor.

Öte taraftan Türkiye’de ikamet amaçlı bina için alınan yapı ruhsatına konut inşaat alanının, yapı ruhsatı alman toplam inşaat alanına oranı, 2002-2018 dönemi için yıl bazında yüzde 70-80 bandında gerçekleşti. Dolayısıyla konut sektörü bu özelliği itibariyle ayrıca öne çıkıyor.

Konut sektöründe mevcut durum

Türkiye’de her yıl ortalama 600 bin yeni konut ihtiyacı doğuyor. Yine Türkiye’de her yıl yaklaşık 1 milyon adet oturma amaçlı yeni konut (bağımsız bölüm) üretiliyor ve ortalama 1 milyon 300 bin adet konut satışı gerçekleşiyor. Oysa TÜİK verilerine göre Türkiye’de konut sahiplik oranı artmıyor ve yüzde 60 + seviyesinde yıllara sari yatay seyrediyor. Bu da satılan konutların önemli bir yüzdesinin yatırım amaçlı alındığını ortaya koyuyor. Öte taraftan, yıllık ortalama 1 milyon 300 bin adet konut satışının 700 bin adeti ikinci el konut. Yani, her yıl üretilen ortalama 1 milyon adet yeni konutun sadece 600 bin adedi satılabiliyor. Bu da her yıl 400 bin adet yeni konutun stokta birikmesi anlamına geliyor. Dolayısıyla, son beş yıl dikkate alındığında, kabaca 2 milyon adet satılamayan yeni konut stoku olduğu öngörülebilir.

Sonuç olarak stokların birikmesi ve eritilememesi, imalatın durması anlamına gelebilir. Bu da, inşaat sektörüyle doğrudan ilintili yüzlerce alt sektör üzerinden, ekonominin geneli için menfi manada domino etkisi riski yaratabilir. Yukarıda ifade edilen özet durum, Türkiye’de barınma amaçlı konut talebiyle mevcut konut arzının buluşamadığım ortaya koyuyor.

Keza, Türkiye’de hane halkı tasarruf oranı düşüktür. Nitekim, en güncel verilere göre 2015 yılı itibariyle hane halkı tasarruf değerinin kullanılabilir gelir içerindeki payı sadece yüzde 13,5. Dolayısıyla dar ve orta gelirli yurttaşların, örneğin konut kredisiyle ev almak isteyen hane halkları için yasayla düzenlenmiş şekliyle evin değerinin minimum yüzde 20’sini peşin ödemek çok mümkün olmuyor. Bunun da ötesinde, peşinat tutarı denkleştirilse bile, bakiye tutarın krediyle karşılanması, kredi taksitlerini ödeyecek gelir düzeyine sahip hane halklarının çok sınırlı olması sebebiyle çok mümkün olmuyor.

Gerçekten de Türkiye’de Haziran 2018 itibariyle Türkiye geneli ortalama metrekare birim fiyatı 2 bin 238 TL’dir. Bu durumda, brüt 70 metrekare büyüklüğünde ve kabaca 150 bin TL tutarında küçük bir konuta sahip olmak için en az 30 bin TL peşinat ve 120 bin TL kredi kullanılması gerekiyor. Mevcut koşullarda kredi faiz oranı aylık yüzde 2+ seviyelerindedir. Ancak mukayase edilebilir olması amacıyla, konut kredisi faiz oranı aylık yüzde 1 olarak hesaplansa dahi, 10 yıl vadede aylık bin 721 TL yıllık 20 bin 652 TL toplam taksit ödenmesi gerekiyor.

Diğer taraftan, bir hane halkının konut kredisi için ödeyeceği taksit tutarının (veya kira bedelinin) hane halkı gelirinin yüzde 25’ini geçmemesi, muhafazakar, fakat güvenli bir prensip kural olarak kabul edilmektedir. Geçmişi 19’uncu yüzyıla kadar uzanan bu prensip “Göz Kararı Kuralı” olarak bilinmektedir ve 1 haftalık gelirle 1 aylık kiranın ödenebilmesi idealine dayanmaktadır. Mevcut koşullarda bu kuralın hane halkının başka kredi borcu olmaması halinde yüzde 35’e kadar esnetilebilmesi mümkündür. Bu durumda, yukarıda yer verilen örnek çerçevesinde, bin 721 TL taksitle bir konut alınabilmesi için, hiç kredi borcu olmayan bir hane halkının, aylık en az 4 bin 917 TL ve yıllık en az 59 bin 4 TL gelire sahip olması gerekiyor.

Ancak, TÜİK’in yüzde 20’lik gruplar halinde beş gruba ayırdığı hane halkı kullanılabilir gelir aralıkları değerlendirildiğinde; güncel verilere göre söz konusu aylık taksiti sadece en yüksek gelire sahip ilk yüzde 20’lik grubun ödeyebildiği anlaşılmaktadır.

Yani milli gelirden en düşük payı alan ilk yüzde 20’lik grup ve diğer üç grup için peşinat tutarının biriktirilmesi ve mevcut koşullarda kredi taksitinin düzenli ve sorunsuz ödenebilmesi çok kolay görünmüyor. Nihayet, Türkiye’de konut sahiplik oranının yıllara sari olarak neden artmadığının cevabı da işte burada yatıyor. Öte taraftan, diğer girdilerle birlikte arsa maliyeti konut fiyatını doğrudan etkileyen önemli bir unsurdur. Türkiye’de özellikle arsa üretiminin zor olduğu büyük metropollerde, arsa maliyetinin toplam maliyet içerisindeki payının ortalama yüzde 40 seviyesine ulaştığı; özellikle nüfus yoğun ve tercih edilen bölgelerde bu oranın yüzde 50-60, hatta daha yukarı seviyelere çıktığı biliniyor.

Dolayısıyla, arsa maliyeti arttıkça, konut fiyatlarının da buna paralel ve bazen daha yüksek oranda artması sürpriz değil. Sonuç olarak, konut piyasasında bir tarafta sarınma amacıyla konuta ihtiyaç duyan ve milyonlarla ifade edilen hane halkları; diğer taraftaysa kaynak yetersizliği dikkat çekici boyutta olsa da, bu ihtiyacı konut üretimi bağlamında karşılama yeteneğine sahip, ancak yüksek maliyet ve yüksek satış fîyatları nedeniyle arzı taleple buluşturamayan üretciler söz konusu. Bu da konut sektörüne yönelik önemli bir tezada yol açıyor. Gerçekten de ekonominin daralma sürecine girdiği bir dönemde, yatırım amaçlı konut alımının düşmesi veya durması nedeniyle sektörü tehdit edecek boyutta artan stok fazlası söz konusuyken, söz konusu stoku rahatlıkla eritebilecek barınma amaçlı potansiyel konut talebi efektif talebe dönüşemiyor. Bu çelişkinin bir çırpıda sayılabilecek ana sebepleriyse, hane halklarının tasarruf yeteneğinin sınırlı olması, konut alımına imkan verecek finansal araçların yetersizliği ya da yüksek maliyetli olması ve nihayet özellikle yüksek arsa maketinden kaynaklanan yüksek satış fiyatları olarak ortaya çıkıyor.

Sonuç ve çözüm önerileri

Hane halkı gelirinin ve dolayısıyla tasarruf yapabilme yeteneğinin artırılmasına yönelik uzun erimli kamu politikaları üretilmesi her koşulda esastır. Ancak, orta vadede barınma amaçlı konut talebi ve buna uygun konut arzının buluşabilmesi; dolayısıyla en azından bundan sonraki süreçte stok birikiminin en aza indirgenmesi amacıyla, başta ucuz arsa (ve dolayısıyla satın alınabilir ucuz konut) üretimi olmak üzere kamunun kolaylaştırıcılığına öncelikli ihtiyaç vardır.

Yine hem hane halklarının konut erişimine hem de inşaat sektörünün finansmanına imkan verecek şekilde konut tasarruf sandıklarının, mortgage uygulamalarının ve yatırım fonu, kira sertifikası gibi sermaye piyasası araçlarının kağıt üzerinde hayata geçirilmesinden öte, piyasada işlerlik kazanmasına yönelik politikaların geliştirilmesi büyük önem taşıyor. Nihayet makro ölçekte inşaat sektörüne “ihracatçı” özelliği kazandıracak politikalara ihtiyaç var.

Keza 2017’de dünyanın en büyük 250 uluslararası müteahhidi listesine 46 firma sokan ve bu sonuçla dünya sıralamasında Çin’den sonra ikinci sırada olan Türkiye, son 35 yılda yaklaşık 119 ülkede 9 bin 173 proje üstlenmiş ve 355 milyar dolar değerinde iş üretmiştir. Nitekim listedeki Türk firmaların toplam pazar payı yüzde 6 civarındadır.

Demek ki 12 trilyon dolarlık küresel pastadan bunun çok ötesinde pay alma potansiyeli bulunuyor. Bunun için de önce bölgesel sonra küresel oyuncu olacak şekilde kamu-özel sektör ortaklığında şirketler kurulmalıdır. Keza, kamu gücünü ve repütasyonunu arkasına alan söz konusu ortaklıklar; teminat mektubu temin yetkinliği, sermaye yeterliliği ve iş bitirme kapasitesi açısından yurt dışında girecekleri proje ihalelerinde avantaj sağlayabilir.

Yine söz konusu projelerde yerli malzeme, ekipman ve işgücümüzün kullanılması, hem sektöre hem de ülke ekonomisi ve toplumsal gönence yönelik önemli kazanımlar elde edilmesine imkan verecektir.

Dr. Mithat Bülent Özmen-Bloomberg Businessweek

SİZİN İÇİN SEÇTİKLERİMİZ
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Türkiye’de konut sahiplik oranı yıllara göre neden artmıyor?

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez kullanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek bunu kabul etmiş olursunuz.