05 Aralık 2025 Cuma
Accor, Türkiye’de büyüme hızını artırırken yıl sonunda 12 yeni otel sözleşmesine ulaşmayı hedefliyor. Bu projeler arasında en dikkat çekeni ise Unkapanı’ndaki eski SGK binasında hayata geçirilen Mövenpick Old Town.
Dünyanın önde gelen konaklama gruplarından Accor, 110’dan fazla ülkede 5.700 tesisi ve 10 bin yeme–içme mekânıyla faaliyet gösteriyor. Lüksten ekonomiye uzanan 45’ten fazla marka arasında Raffles, Fairmont, Swissotel, Mövenpick, Rixos, Sofitel ve Novotel gibi sektörün tanınan isimleri bulunuyor.
Orta Doğu, Afrika ve Türkiye bölgesinde 26 ülkede 361 otel ile varlık gösteren grup, önümüzdeki dönemde 159 otel ve 39 bin oda daha açmayı planlıyor.
Accor, Türkiye’de 15 markayla faaliyet gösteriyor ve toplam 82 otelde 17.158 oda işletiyor. Hedef, 2030’a kadar otel sayısını 100’ün üzerine taşımak. Accor Türkiye Premium, Orta Ölçekli & Ekonomi Markaları Operasyon Başkan Yardımcısı Sinan Köseoğlu, 2025’in ilk yarısında 6 yeni otel projesinin imzalandığını, yıl sonunda bu sayının 12’ye tamamlanacağını açıkladı. Böylece grubun Türkiye’deki otel sayısı yıl sonunda 94’e ulaşacak.
Köseoğlu’nun “başarı öyküsü” diye nitelendirdiği Mövenpick Old Town, Unkapanı’ndaki eski SGK binasının dönüştürülmesiyle hayata geçirildi. Binanın dış cephesi korunurken içi tamamen yıkılıp yeniden inşa edildi.
“Tavanlar alçaktı, otel olmaz dedik. En az 2,5 metre olmalıydı. Yatırımcılar binayı güçlendirip tavan yüksekliğini 3 metreye çıkardı ve ortaya çok şık bir otel çıktı.” dedi.
Accor içinde Türkiye ve Suudi Arabistan’ın “yıldız ülkeler” olduğunu belirten Köseoğlu, önemli bir detayı paylaştı:
“Ortadoğu’daki gelirin %14’ü Türkiye’den geliyor. Swissotel The Bosphorus İstanbul, bölgede en çok gelir elde eden dördüncü otel.”
Köseoğlu, Türkiye’de markalı konut pazarının da hızla büyüdüğünü, Mövenpick Living ve Swissotel Residences gibi markalarla İstanbul, Bodrum, Antalya ve Çeşme’de portföyü genişlettiklerini söyledi. Henüz Türkiye’ye gelmemiş 30 marka olduğunu da ekledi.
Accor, tüm otellerde AB kriterlerine uygun “eko-etiketler”i zorunlu hale getirdi. Köseoğlu, sürdürülebilirlik planlarını şöyle özetledi:
Türkiye’deki otellerin %80’inden fazlasında tek kullanımlık plastikler kaldırıldı.
Gıda atık ölçümü ile otellerin %85’i akreditasyon aldı.
2030’dan önce tüm oteller Sürdürülebilir Turizm Belgesinin üçüncü aşamasına geçmeye hazır.
2050’ye kadar net sıfır karbon hedefi için çalışmalar sürüyor.
Accor’un sürdürülebilirlik ve büyüme odaklı stratejisi, Türkiye’nin turizm potansiyeliyle birleşince Mövenpick Old Town gibi projelerin ülke konaklama sektörüne yeni bir soluk getireceği değerlendiriliyor.
Necla Dalan-patronlardunyasi.com
Yapılan açıklamada Alanya Belediyesi İklim Değişikliği ve Sıfır Atık Müdürlüğü’nün, ÇED Raporu’nda belli noktalara itiraz ederek olumsuz beyan verdiği için proje dosyasının iade edildiği bildirildi.
TOKİ, Alanya Tepe Mahallesi’nde 452 konutluk projeye başlıyor

Antalya Alanya Tepe Mahallesi’nde 452 konut ve altyapı düzenlemesi için 1,33 milyar TL’lik dev yatırım planlanmıştı. 92/13 ada ve parsellerdeki 86.963,25 metrekarelik arsa üzerinde proje geliştirilecek ve 24 ay sonra, 2029 Ağustos’ta teslim edilecekti.
Emlaknews.com.tr
Moskova’da konut fiyatlarının yükselmesiyle satın alma talebi azalırken, uzun dönemli kiralamaya yönelik talep hızla artıyor. Uzmanlara göre bu durum, dolandırıcıların farklı yöntemler geliştirmesine zemin hazırladı. Piyasada en çok rastlanan tuzaklar arasında sahte siteler, “alternatif daire” bahanesiyle gönderilen phishing bağlantıları ve yalnızca bilgi erişimi satan aracılık sözleşmeleri bulunuyor.
RBC’nin haberine göre dolandırıcılar, cazip görünen ilanlarla kiracı adaylarını etkiliyor; ardından “ilanın artık pasif olduğu” iddiasıyla onları mesajlaşma uygulamalarına yönlendiriyor. Bu aşamada kullanıcıların kişisel bilgileri ele geçiriliyor ya da ofis ortamında imzalatılan belgelerle gerçekte sadece ilan veri tabanına erişim satılıyor.
En yaygın dolandırıcılık yöntemlerinden biri de “avansla rezervasyon” teklifi. Uygun fiyatlı daireyi kaçırmak istemeyen kiracılar küçük bir ödeme yapıyor ancak kısa süre içinde aracı kişinin tüm iletişim kanallarını kapattığını fark ediyor. Uzmanlar özellikle büyük şehirlerde hızlı karar verme baskısı yaşayan kiracıların bu tuzağa daha kolay düştüğünü belirtiyor.
Bazı durumlarda dolandırıcılar, “belgeler sonra gösterilir” diyerek aceleyle sözleşme imzalatıyor. Daha sonra dairenin aslında başka birine ait olduğu ya da çoktan başkasına kiralandığı ortaya çıkıyor.
Son dönemde ortaya çıkan yeni dolandırıcılık modeli ise daha farklı bir aşamada işliyor. Kendilerini icra memuru ya da resmi görevli olarak tanıtan kişiler, daireye gelerek “ev sahibinin borçları nedeniyle haciz işlemi yapıldığını” iddia ediyor. Kapıya sahte mühür ve iletişim numarası yerleştirip durumun çözümü için para talep eden bu kişiler kısa süre sonra ortadan kayboluyor. Uzmanlar, böyle bir durumda yapılması gereken en doğru şeyin daire sahibine haber vermek ve sahte görevlileri içeri almadan polisi aramak olduğunu vurguluyor.
Avukatlar, kiralık daire arayanlara net bir uyarıda bulunuyor: Daire sahibinin kimliğini ve mülkiyet belgelerini mutlaka kontrol edin, Rosreestr üzerinden güncel tapu kaydını sorgulayın, dairede kayıtlı kişilere ilişkin bilgi talep edin. Uzmanlara göre birkaç günlük hazırlık süresi, sonradan oluşabilecek ciddi maddi kayıpları engelleyebilir. Dolandırıcılık vakalarının çeşitlenmesi, 2025’te hem kiracılar hem de ev sahipleri için güvenlik adımlarını artık zorunlu hâle getiriyor.
Moskviçmag dergisinden Darya Tyukova, son üç yılda Moskova’nın gündelik yaşamının fark edilir biçimde “İstanbullaştığını” yazıyor (ostambulitsya). Siyasî gerilimler, göç hareketleri ve değişen tüketici alışkanlıkları derken, kentin hem gastronomi hem de perakende dokusu adeta İstanbul’dan kesitler taşımaya başladı. Bir zamanlar Avrupa modası ve zincir markalarla özdeşleşen Moskova sokaklarında bugün Türk mutfağı, Türk tekstili ve hatta Türk “yaşam tarzı” dikkat çekici biçimde görünür hâlde.
Bu dönüşümün ilk sinyalleri Arbat’ta belirmişti. Şehir sakinleri bu bölgeyi artık şakayla karışık “İstiklal” diye anıyor. Cihan ve Bosfor gibi iddialı restoranlardan 24 saat açık dönercilerine kadar uzanan uzun bir liste, İstanbul’un sokak lezzetlerini ve atmosferini Moskova’ya taşımış durumda. Simit, iskender, çorba, nar şerbetli salata derken, tabelalardan iç mekân süslemelerine kadar pek çok detay doğrudan Türkiye’den alınmış gibi.
Ancak “Türk etkisi” artık Arbat’la sınırlı değil. Tverskaya’dan Kamergerskiy’e, Afimall’den Zamoskvorechye’ye kadar kentin farklı noktalarında birbiri ardına yeni Türk restoranları, kebapçılar, tatlıcılar ve kahvaltıcılar açılıyor. Mini Turkish Spot gibi küçük mekânlar da büyük restoranlar kadar ilgi görüyor. Sadece mutfak değil, Türk çayı, ayranı ve meşhur kahvaltısı da Moskova’da günlük hayatın sıradan bir parçası haline gelmiş durumda.
Tatlı tarafında durum daha da belirgin. Lokum, baklava, helva ve diğer Türk pastaneleri bir anda Moskova’nın pazarlarında ve büyük food hall’larında çoğaldı. Artık İstanbul dönüşü valizleri lokumla doldurmak pek de gerekli görünmüyor. Aynı eğilim tekstil ve ev ürünlerinde de mevcut. Türkiye’nin Mavi, Koton, DeFacto gibi markaları, Rusya’dan çekilen Avrupalı markaların boşluğunu hızla doldururken, Karaca Home gibi ev tekstili markaları da Moskova’nın büyük alışveriş merkezlerinde güçlü bir yer edindi.
TürkRus‘un haberine göre, bu yükselişin ardında sadece ticaret yok. Rusya’nın Avrupa’ya açılan kapılarının kapanmasıyla İstanbul, Moskova için hem seyahat hem de transit noktasında bir alternatif hâline geldi. Üstelik Türk mutfağı Rus damak tadına hem tanıdık hem de “konfor” arayanlara yakın. Birçok genç için ise çocukluk tatilleri Antalya otellerinde geçtiğinden, Türk yemekleri nostaljik bir his yaratıyor.
Sonuç olarak, Moskova ile İstanbul arasındaki yakınlaşma artık sadece turizmden ibaret değil; şehir yaşamının dokusuna kadar işlemiş durumda. Kentte açılan Türk restoranlarına yönelik tepkiler olsa da genel eğilim bunun kalıcı bir dönüşüm olduğuna işaret ediyor. Görünen o ki, Moskova sakinleri Türkiye’yi sadece tatil rotasında değil, günlük hayatlarının içinde de yeniden keşfediyor.
UNESCO Dünya Mirası listesindeki Graz’ın kalbinde yer alan ve 21 hizmetli daireden oluşan yapı, hem mimari kimliği hem de güçlü gelir potansiyeliyle dikkatleri üzerine çekiyor. Prestijli konaklama zinciri Limehome tarafından işletilen mülk; tam kiracılı perakende birimleri, modern tasarımı ve lüks çatı katıyla bölgedeki nadir fırsatlar arasında gösteriliyor.
Efsanevi mimar Zaha Hadid tarafından tasarlanan ve Avusturya’nın UNESCO korumasındaki kültür kenti Graz’ın merkezinde konumlanan butik apart otel ARGOS, uluslararası yatırımcılara sunulan seçkin projelerden biri olarak öne çıkıyor.
Yaklaşık 1.942 metrekarelik kullanım alanına sahip yapı, hem özgün mimari dili hem de sunduğu gelir kapasitesiyle piyasada ayrı bir konuma sahip.
Limehome yönetimindeki tesiste, 30–80 metrekare aralığında 21 adet hizmetli daire bulunuyor. Yapının tam kiracılı 3 perakende birimi ile istikrarlı kira geliri sunduğu belirtiliyor.
ARGOS’un en iddialı bölümlerinden biri ise Graz manzarasına hâkim olan lüks çatı katı. Penthouse’un, ister özel yaşam alanı ister üst segment kiralama modeli için yüksek potansiyel taşıdığı vurgulanıyor.
Mimari karakteri ve merkezî konumuyla dikkat çeken ARGOS’un, Orta Avrupa’nın öne çıkan kültür destinasyonlarından birinde nadir bir yatırım imkânı sunduğu ifade ediliyor. Satış sürecine ilişkin tüm teknik bilgilerin satıcı tarafından sağlandığı, yatırımcıların detayları ayrıca teyit etmesi gerektiği de notlar arasında.
Irak kökenli Britanyalı mimar Zaha Hadid, çağdaş mimarlığın kurallarını yeniden yazan vizyonuyla 21. yüzyılın en etkili isimlerinden biri kabul ediliyor. Akışkan formlar, cesur geometriler ve yenilikçi yapısal çözümlerle tanınan Hadid, kariyeri boyunca estetik ve mühendisliği birleştiren çok sayıda simge projeye imza attı.
1950’de Bağdat’ta doğan Hadid, Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde matematik eğitiminin ardından Londra’daki Architectural Association’da mimarlık eğitimini tamamladı. 1980’de kurduğu Zaha Hadid Architects ile erken dönemde dijital modelleme teknolojilerini kullanması onu parametrik tasarımın öncülerinden biri hâline getirdi.
Hadid’in dünya çapında ün kazanmasını sağlayan projeler arasında Guangzhou Opera Binası, Londra Su Sporları Merkezi, Bakü Haydar Aliyev Merkezi ve Roma MAXXI Modern Sanatlar Müzesi bulunuyor. “Akıcı mimarlık” olarak bilinen estetik anlayışı, kütle ve boşluğu kesintisiz bir şekilde birleştiren özgün bir mimari dil ortaya koyuyor.
2004 yılında mimarlığın Nobel’i sayılan Pritzker Mimarlık Ödülü’nü alan ilk kadın olan Hadid, kariyerinde ayrıca Stirling Prize, RIBA Kraliyet Altın Madalyası ve UNESCO Sanat Ödülü gibi çok sayıda uluslararası ödüle layık görüldü. Mimarlık dünyasında kadın temsili ve yenilikçi üretim konusunda önemli bir kırılma yaratan Hadid, sektöre yön veren isimler arasında yer almaya devam ediyor.
2016’da yaşamını yitiren Zaha Hadid, geride bıraktığı mimari mirasla bugün hâlâ küresel ölçekte ilham veren bir figür olmayı sürdürüyor. Dünya genelindeki yapıları, çağdaş kent estetiğini şekillendiren kilometre taşları olarak kabul ediliyor.
patronlardunyasi.com